11 Mayıs 2009 Pazartesi

Cennet (Sadece Görsel)

Görselliği 10 numara olan film, Engin Altan Düzyatan'ın da genel olarak çok güzel oynadığı film ve çok yere dokunacağız diye darmadağın olmuş bir film.Film jeneriğinden itibaren bir görsel güzellik izleyeceğinizi belli ediyor, genel olarak da Cennet olarak tabir edeceğimiz sahnelerin görselliğini çok güzel yakalamış. Ancak cennet halinden çıkıp gerçekliğe dönünce re-Araf'la karşılaşıyoruz, yeşil-mavi bir görünüm, havada kalan konuşmalar...

Kendini küçük bir yaşına kilitlemiş, zeka geriliği de olduğu tahmin edilen 29 yaşındaki A.'nın hikayesini izliyoruz. 15 yıldır kendisini tedavi eden doktorunun beceremediği şeyi yeni yetme bir doktor başarmaya çalışıyor ve onu biraz olsun kabuğundan çıkartmayı hedefliyor. Bunu yaparken bir yanıyla son derece masum diğer yanıyla bir kobay arayan bilim kadını. Bir şekilde bu çocuğu hastaneye yatırıyorlar, ondaki durumu anlamaya çalışıyorlar. Çocuğun durumu zaten genelin çok dışında, zeka geriliği olmasına karşın inanılmaz bir hayal gücü var, bazen hiçbir şeyi anlamazken bazen bir laf yapıştırıyor, karşısındakiler ağızları açık bakıyorlar.

Adı Can olmayan bu karaktere inatla herkes Can diyor, onlar Can dedikçe o düzeltiyor, "hayır" diyor "A'nın adı A, Can değil" diyor. Bu geliştirdiği karaktere de sıkı sıkı sarılıyor ta ki ona A. diye hitap eden kız ve o doktor gelene kadar. Kız kendi deyimiyle şifofren ya da zikoffen hastalığından muzdarip, A'nın yanından hiç ayrılmayan biri, bir çeşit arkadaşlık kuruyorlar kızla. Sonra doktor çıkıyor ortaya, kızdan uzaklaştıkça A'dan da bir o kadar uzaklaşıyor oğlan, "tedavi"lere yanıt veriyor, Cennet'ini terk etmekle etmemek arasında bir gidiş geliş yaşıyor. Genel olarak buraya kadar iyi kotarılmış kurgu işe bu noktadan sonra saçmalıyor, ilaç sektörünün pisliğine de değineyim, etik dışı doktorlara da değineyim, psikolojik sorunlara da, sonra normallik nedir biraz da bunu tartışayım, mutluluğun ne olduğu üzerine kafa yorayım, tedavi gören zeka geriliği olan deli de olsa erkek erkektir gerçeğini de ıskalamayayım, geçmişte yatan sorunları da bir anda ortaya çıkarayım bunların hepsini de yarım saat içinde yapayım deyince hakikaten o ana kadar beslenen umudu söndürüyor ve ne yazık ki zaman kaybına kayıveriyor bir anda.
15 yıldır tedavi eden doktorun aklına gelmeyen her şeyin bir anda o yeni yetme doktorun aklına geliyor oluşu filan çok acemice kalıyor gerçekten, ve Araf filmini bu noktadan itibaren anmaya başlıyorsunuz.

Halbuki görselliği hala 10 numarayken ve Engin Altan Düzyatan gibi bir adam oynarken o konu tamamiyle hastanede sıkışmışlık duygusuyla geçseydi ne kadar da güzel olurdu. Bir karakter hikayesinden çıkartmasalardı, geçmişteki sorunları yine bir anda çıkartsalardı ve sonu yine aynı şimdiki gibi olsaydı ama o arada sırıtan yarım saat olmasaydı elimizde ne kadar da güzel bir filmimiz olabilirdi. Çok çok kötü diyemem filme ama umulanı vermediğinden bir tür hayal kırıklığı yaratıyor. Sonu ise konunun gelişimine uymuş, zaten şen şakrak bir şekilde bitse anlamsız olurdu, bu bitiş kurguya tam oturmuş.