29 Aralık 2010 Çarşamba

Ryan Gosling No.2: The Notebook

Umutsuz bir romantik film bağımlısıyım diye sanırım 10 kere filan yazdım. Ama bu film için bağımlı olun olmayın ne olur görün diye reklam bile yaparım.

Çok izlenen bir film olduğundan konusunu biraz es geçip -yine- hissettirdiklerinden gideceğim sanırım. Yıllara dağılan bir aşk/bağlılık hikayesi. Belki sadece filmlerde olabilecek cinsinden, tam da hayallerimizi süsleyen cinsinden. Kadın gözüyle hayallerin bile ötesinde bir aşk, yıllara meydan okuyan, tutkulu, mutlu ve duygu dolu...

Yine bir yaz aşkı gibi başlayan ve kopamayan bir çift söz konusu. Bu sefer çiftimiz genç ve deli dolu, önlerindeki engel ise zengin kızın fakir oğlana karşı duran ailesi.

Filmde öyle tatlı laflar var ki, hakikaten yaa diyorsunuz bazen. Keşke diyorsunuz bir kısmında, keşke benim de başıma böyle büyük bir aşk gelse, keşke çekeceğim acı böyle sonuçlansa. Keşke çılgınlıklarımız böylesi sevimli olsa, keşke unutmayacağım ve beni unutmayacağını bildiğim biri hep var olsa. Yanımda olmasa da hep aklımda olsa. Keşke yıllar sonra sırf onu görmek için kilometreleri tüketsem, bundan zerre pişmanlık duymasam, onun da aynı şeyi yapacağını bilsem. Keşke yıllar sonra onu gördüğümde ilk andaki heyecanım aynı şekilde geri gelse... 


Öyle sevimli laflar var ki... Aşk halinin annesi tarafından anlaşılmadığında mesela kız "Ben seni gülerken görmüyorum, dokunurken, kahkaha atarken, oysa biz onunla bunları paylaşıyoruz" diyor... Basit ama annenin aklını başına getiren cinsten. Ha dalavereci anne huyundan sırf bu sözler yüzünden vazgeçmiyor olabilir ama yine de bir anda içinde bi'şeyleri erittiğini de belli ediyor.

Filmin en tatlı yanlarından biri oğlanın -canım- kızın onu yeniden bulması için kendileri için özel olan o evi satın alıp, allaması pullaması ve satılığa çıkarıp bir türlü satmaması... Bunun sonucunda gazetelere çıkması... Bunun sonucunda kızın o makaleyi görüp atlayıp oraya gitmesi... "Buraya öylesine gelmedim, öyle geçereken uğradım filan sanma yani... Gazeteyi gördüm ve seni görmeye geldim. Yani öylesine sanma sakın" demesi... Zaten karakterlerin bu ilişki için olan cesaretleri ayrı bir hayranlık uyandıran cinsinden. Sonrasında oğlanla kızın klasik kavga edişleri ve buluşmaları... 
 
Devamlı kavga etmeleri de sevimli bir ayrıntı. Kızın gitmesinden evvel oğlan bunu süper özetliyor mesela. "Biz buyuz, kavga ederiz, bağırırız, çağırırız. Sen bana nasıl pislik biri olduğumu söylersin, ben senin dırdırından şikayet ederim. Sonra barışırız..."

Laflar tam böyle olmayabilir, ama aklımda kalan versiyonuyla yazmayı seçtim. Dedim ya, bende uyandırdığı duygular yönünde yazıyorum. Belki çok daha başka şeyler dediler, zaman ve mekanları karıştırdım ama seyirci olarak kafamda bu filmi yeniden kurgulamış ve lafları anlayacağım şekilde çarpıtmış olabilirim. Her haliyle sevmeme engel değil...

Yaşlılık halleri ayrı bir yazının konusu olur... Peki ya filmin gizem yanını yaşlılığa yıkmaları takdir konusu değil de nedir?

28 Aralık 2010 Salı

LDR: Seni Uzaktan Sevmek

Uzak mesafe ilişkilerine -kendisine LDR dendiği de olur- acıklı bir bakış bu film. Esasında kötü değil sadece acıklı. Çevremde tam 3 tane bu şekilde ilişki sürdüren var, ve sanırım filmin tamamını onlarla karşılaştırarak izledim. İşin ilginç yani ayrıyken verdikleri tepkiler üç aşağı beş yukarı aynı. Sözün özü muhtemelen bu filmi çeken kişi gerçekten bir LDR yaşamış ve bundan epey çekmiş.
Filmin başında bir yaz aşkı geyiği dönüyor. 30larına gelmiş karakterlerimiz yaz aşkı için yaşlı gibi görünseler de ailelerinin yazlıklarında tatil yapan insanlar değil de New York'ta staj yapan kız ve orada çalışan oğlan olunca biraz mantığa bürünmüş. Konu da bir atari oyunuyla şekillendiği için aslında şu lise yaz aşklarına da bir gönderme var.

6 haftalık bir süreleri olduğunu ikisi de biliyor. Kız gideceğini, oğlan da ciddi bir ilişki istemediğini en başından belirtiyorlar. Sonra bu ikili 6 hafta boyunca çok eğleniyorlar falan filan. Buraları hikaye.
Sonra ayrılık vakti geliyor ve kızın aralarında epeyce bir saat ve mesafe farkı olan Şikago'ya dönmesi gerekiyor. Bir anda aydınlanan oğlanımız kızı bırakmak istemediğini ve dahası onu esasında sevdiğini anlıyor, ilişkiye bir şekilde devam kararı alıyorlar.  

1.Evre: Aramızda Mesafe Yok Canııııııım
Oğlan yerinde kalıp kız evine döndükten sonrasının başları bol telefon muhabbetleriyle, skypelerle sürüyor. İlk bir kaç ay bu sorun teşkil etmiyor, özlediklerinde uçağa atlayıp gidiyorlar, mesafe yokmuş gibi davranmaya çalışıyorlar. Ortada var olan sevgi iki tarafa da yetiyor ve sorunlar göz ardı ediliyor. 

2.Evre: Biletler De Pahalı, Yer De Yok, Çok Da Özledim Ama...
Noel zamanı olduğundan bilet bulamıyor ve ilk gerçek görüşememe hali baş gösteriyor. Noel'i internet üzerinden senkronize hediye açma merasimiyle sanki yanındaymışçasına kutluyorlar. Herşeye rağmen ortadaki sevgi yetiyor. Ah bi de yanımda olsa ruh hali temelinde yine de iyi ki var şeklinde mutluluğa devam ediliyor.

3.Evre: Yoksun İşte!
Hayatlarındaki her detayı birbirlerine anlat-a-madıklarını fark ediyorlar. Karakterler 20li değil 30lu yaşlarında olduklarından iş güç sahibi/olmaya çalışan insanlar. Kızın iş görüşmelerinden oğlanın haberi yok, oğlanın Şikago'ya gitme planlarından da kızın haberi yok. İkisi de "tüm fedakarlığı neden benden bekliyorsun?" noktasına geldiklerinde iki tarafın da kendince özveride olduklarını anlıyorlar, sevgi yine de bir nebze ortamı yumuşatıyor -Zaten filmin en güzel yanlarından biri sevgiden asla şüphe edilmemesi-. Kız oğlanın yanına geldiğinde şahane bir iş bulduğunu, amma velakin işin Şikago'da olduğunu söylemesiyle 4.Evre'ye geçiliyor.

4.Evre: Seni Seviyorum Ama...
Bu evrede kız da oğlan da artık çok yorulduklarını, 3 ayda bir görüşerek ilişki olmayacağını, henüz böylesi bir bağlılığa da tam hazır olup olmadıklarını bilmediklerini karşılıklı onaylıyorlar. Çocukça değil, son derece gerçekçi. Kızın New York'a gitmesi tüm kariyerini başlamadan bitirmesi gerek demek. Çok yetenekli bir yazar olmasına rağmen New York'taki gazetelerde iş bulamıyor. Garsonluğa talim etmekten de yorulmuş çünkü bunu zaten daha önce yapmış. Hayatını ertelemiş kendi deyimiyle, ve bunu en baştan yaşamak istemiyor. İleride ayrılırlarsa hayata 40 yaşında sıfırdan başlamak istemiyor. Oğlan işinden nefret de etse o da kızla aynı durumda. Şikago'da hiçbir plak şirketi kendisine iş vermemekte, kurulu düzenini iş bulmadan gidecek kadar riske atmak istemiyor. Birikmiş bir parası, zengin bir ailesi yok. Sadece aşk için körlemesine gidemeyecek kadar mantıklı.

Her iki taraf da birbirini çok da sevse birbirlerinin hayatlarını bozmaya gönüllü değiller. İleride bunların sorun çıkaracağının bilincindeler. Her ne kadar şimdi "senin için herşeyi yaparım" noktasında olsalar da, ileride bir kırgınlık anında "ama ben senin için hayatımı değiştirdim" lafını duymak istemiyorlar.

Tüm bunların mantıkla imtihanı sonucunda ayrılık kararı geliyor. Hiçbir kavga olmadan, sessiz ve sakince. Hatta dilim varmıyor ama olgunca. Severek ayrılanlar...

5.Evre: Ah O Özlemek Var Ya!
İşte severek ayrılmanın en pis yanıyla yüzleştikleri an. Her an özlüyorlar ve birbirleri hakkında bir tek kötü söz edemiyorlar. Bir nevi elleri kolları bağlı hayatlarına devam ediyorlar. Esasında hayatlarına devam etmiyorlar, sadece iş hayatlarına devam ediyorlar. İkisi de kimse bak-a-mıyor bu süre içinde, içlerinde hala o heyecan var, ve sanki aldatacaklarmış gibi geliyor ikisine de. İşte o noktada artık ayrılığın bir anlamı olmadığını fark ediyor oğlan, hayatını hem de istediği yönde değiştiriyor. Sefil olmadan, karşı tarafı asla suçlayamayacağı bir şekilde. İşini değişitirip kızın olduğu yere bir nevi bilinçaltıyla akarak... Korkusuzca da kızın karşısına çıkıyor, ve elbette bir romantik komediden beklenen usulde sonlanarak.

Her ne kadar Drew Barrymore bu film için yaşlı kalmış gibi görünse de, film oldukça gerçekçi. Komedi kısmıyla boğmasalarmış epey güzel bile diyebilirmişiz. Hem de çevremdekilerin -ve kendimin- eski/yeni LDR hadiseleriyle karşılaştırınca filmi daha bir çok sevdim. MSN başında sabahlamalar, telefona her üç dakikada bir bakmalar, aklının hep başka bir şehirde olması filan... Çok gerçekçi çoook... İşin tuhafı şu LDR dene hadisenin tüm o zorluk ve sorunlarının yanında çok da keyifli bi'şey olması. İnsan ne enteresan bi varlık yahu.