13 Ocak 2011 Perşembe

Love And Other Drugs

Hiç beklentim olmadan ve koşa koşa gittim bu filme, o kadar hevesliydim ki izlemeye hani neredeyse hiçbir şey o umudumu bozamazdı, bozamadı da... Tam bir romantik komedi, ne beklerseniz size altın tepsiyle sunmuşlar. Tanışma, aşık olma, ayrılık ve biraraya geliş... Sadece araya sevişme unsurunu yoğun olarak eklemişler, yoksa formül aynı. Aynı formüllerden gına gelmişken bu filmi niye sevdiğimi kurcalamıyorum bile...
Oğlumuz -yavrılar yavrısı Jake Gylenhaal- dikkat yoksunluğundan tıp fakültesini bırakmış bir satıcı. Aynı zamanda boş zamanlarında Kazanova'lık yapmakta. Elinden geçmeyen kız kalmamış, başka birinin sevgilisiyle sevişirken yakalanıp taban yağlama şeklinde kaçarken bile bir kızın telefon numarasını kapabiliyor. Zaten her işini de sevimliliği ve cazibesiyle hallediyor. Ha bir de epey dilli. Doktorlara başka bir ilaç yerine Zoloft yazmaya ikna etmekle yükümlü, ve bunu yaparken esas kızımızla tanışıyor.

Esas kızımız -cıbıl Anne Hathaway- Parkinson'dan muzdarip, hazır cevap, 26 yaşında bir sanatçı. Oğlanın türlü etkileme tekniklerini yemiyor ve her seferinde bozuyor, bu da onu oğlanın gözünde daha cazip bir hale getiriyor. Kız kesinlikle bir ilişki istemiyor, sadece sekse dayalı bir beraberliğin peşinde. Oğlanın canına minnet zaten bu durum. Filmin yarısı boyunca sevişiyorlar, hani öyle romantik kısmı filan yok bu sahnelerin. Pek bir şey paylaşmıyorlar, sadece canları istediklerinde sevişmek için araşıyorlar. Her ikisinin beklentisi de bu yönde... Öyle sevişirken sevişirken oğlan kıza aşık oluyor.
Kıza bunu söyleyemiyor, çünkü söylediği anda ilişkinin sonunun geleceğini biliyor. Ama kızın peşinde koşmaktan ve ince ince işlemekten de geri durmuyor ve sonunda kızı ikna etmeyi başarıyor. Kız yine de aile içine girmek, arkadaşlarla tanışmak gibi türlü konuya girmeyeceğini, sadece iki kişilik bir ilişki istediğini söylüyor. Oğlan zaten kız ne dese razı. Neden bu kadar sevdiğini bilmiyor, sesini duymak hoşuma gidiyor filan diyor ama biz seyircilere yansıyan daha ziyade kızın kendine acımayan, zor bir hastalıkla boğuşmasına rağmen kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan iradeli yapısına hayran oluyor. Kendisini reddeden ilk kadın olmasının da bu işte bir etkisi var tabii. Kızın oğlana inancı da tetikleyici bir unsur elbette. İlk kez kız arkadaş dediğinde kızın tüyleri ürperiyor ama sonunda boyun eğip kabulleniyor. Filmin romantik kısmı bundan sonra başlıyor.
Kızın hastalığında bir miktar ilerleme oluyor ve oğlan hafiften tırsmaya başlıyor. Kızın kendisine acıyacak hiç kimseye tahammülü de, hayatında da yeri de yok. Hastalığının nasıl gelişeceğini, karşı tarafı ne sıkıntılarla başbaşa bırakacağını biliyor, ve bundan itinayla kaçıyor. Oğlan da onun için bir istisna değil...

Sonrasında oğlan kızı ne kadar sevdiğini anlıyor filan. Sonu esasında bana sürpriz oldu, buraya yazmamak daha doğru. Filmin gelişimine tam uymadığından belki çok pis dalga geçebileceğim bir sona sevgiyle bağlandım.
Gitmeden filmle ilgili bir yazı okumuştum, ilaçların bu Prozac Toplumu olarak adlandırılan çağımızı nasıl etkilediğini geri planda fena eleştirdiğinden bahsediyordu. Bu kısmını kendi adıma bulamadım. Film bir eleştiri filmi olmaktan çok romantik komedi olarak kurgulanmış, arka planda akan ilaç savaşları ve eleştiriler hep üstü kapalı ve yan unsur olarak kalmış. Yani beklenti "vay anasına hem de nasıl ilaç sektör eleştirileri, milletin nasıl uyutulduğu filan anlatılmış aaabbbbiiiii" şeklinde olmamalı.
 
Bir de Jake Gylenhaal'ın hemen her saniye görünmesi filmi daha sevimli kılmış mı? Kesinlikle!!! Şirinlik abidesi ayol, bakışlarını severim ben bunun...