8 Şubat 2012 Çarşamba

The Art of Getting By

Kendi keyfine göre üşengeçliğin kitabını yazan bir film var bu sefer. Esas oğlanımız dünyanın en umursamaz insanlarından biri. Esas kızımız ise kendi hayatına bakan bir tip. Lise son sınıftalar. 

Oğlan kimseyle konuşmayan, son derece zeki, bir o kadar entellektüel, arkadaşlarla ve de kızlarla pek işi olmayan ve delicesine çizim yapan bir tip. Ödevlerini yapmayı reddediyor ve kendince bunu sebepsiz de yapmıyor: "Yahu ölüp gideceğiz zaten, ne demeye uğraşayım?". Bu genel geçer ergenlik krizi gibi görünebilecek sözü hayatının merkezine öyle güzel oturtmuş ve zekasıyla da kendini öyle bir haklı çıkartıyor ki öğretmenleri bile buna karşı çıkamıyor: "Üzgünüm hocam depresyondaydım ödevimi yapmayı canım istemedi"... Ödevler filmde çok önemli bir yer tutuyor, filmin önceki adının da Ödev olmasının sebebi bu olsa gerek.
Çocuğun son sınıf olması ve zekası müdürle bir yakınlık kurdurmuş geçmişte. Müdür onu çekiyor ve de çeviriyor. Bir nevi az da olsa boyunduruğuna girdiği tek otorite. Bunu da muhtemelen müdürü mantıklı bulmasından kabulleniyor, müdür hiçbir şeyi dayatmıyor ve devamlı seçenek sunuyor oğlana: Ya bir daha okul bahçesinde sigara içmezsin, ya da sana resmi uyarı veririm. Ya mezun mihmandarlığını kabul edersin ya da sana okulu kırmaktan ve ödev yapmamaktan uzaklaştırma veririm. Ya ödevlerinin tamamını 3 hafta içinde yaparsın ya da diplomayı unutursun, seçim senin.
Edebiyat dersinde verilen kitabı okul için değil istediği için okuyan ve tek bir kişinin bile anlamadığı kitaba bambaşka bir açıdan bakan ve belki yıllar önce okuduğu kitabın detaylarını hatırlayan bir çocuktan
bahsediyoruz neticede.

Her türlü otoriteye acımasızca karşı gelirken bir kıza yardımcı oluveriyor. Kız "Neden bana yardım ettin?" dediğinde "Amaaaan ben alışkınım, zaten otoriteyle uğraşma konusunda da epey deneyimliyim, şimdi sen üzülürsün filan diye düşündüm" diyor. Kız sonra oğlanın peşine düşüyor. Kız oğlanı sözde arkadaş olarak görürken -kullanırken-, oğlan kıza aşık oluveriyor. Konu dallanıyor ve budaklanıyor epeyce bir aşk filmine dönüşüyor ve oğlan kızı bırakıyor. Daha doğrusu hayatından elini eteğini -oğlanın durumunda pardösüsünü- çekiyor. Yalnız kalmaya alışkın olmayan kız teselliyi başka kollarda arıyor, aradığını da elbet buluyor. 
O esnada oğlan yine ağır depresyona giriyor ve tamamen nihilist bir yaklaşıma giriyor. Tam da depresyondayken yapacağınız şeyleri yapıyor aslında: Aynı şarkıyı on yüz bin milyon kez dinliyor, elinde olsa yatağından da çıkmayacak ama devam etmek zorunda olduğu bir okulu var, zaten idealleri uğruna reddettiği ödevlerin varlığını bile unutuyor, konuşmuyor, yemiyor... Derken -ki oğlanın Türk olduğundan bayağı bir şüphelenmeye başladığım nokta da tam buraya denk geliyor- evin elden gittiğinin ve annesini mutlu etmenin tek yolunun mezun olmasından geçtiğini görüyor ve yumurtanın kapıya sıkışmasıyla kalan üç haftada deliler gibi derslere sarıyor, bu sırada kıza olan düşkünlüğü de gidiyor. Unutulmayı hazmedemeyen kız geri dönüyor ve peri masalından daha tatlı bir şekilde filmimiz sonlanıyor.
Film boyunca bu çocuk niye böyle olmuş filan gibi detayları görmüyoruz, film bize sadece bugünü sunuyor. Ne annesinin babasından neden boşandığını, neden çocuğun bir anda ölümü fark ettiğini görmüyoruz. Bu yönü çokça takdir edilesi olmuş. 

Müzikler her ana tam oturmuş. Oğlanın çizime düşkünlüğü pek güzel. Film romantizme çok göz kırpsa da doyumsuz gençliğe daha yakın temas halinde. Renkleri, çekimi, oğlan ve kız hepsi ayrı ayrı güzel... Kısacası böyle hafif gibi, insanın vaktinin güzel geçmesini sağlayan mis gibi bir film olmuş. Filmi romantik komedi, "aman da canım her türlü sistem eleştirisini yaparken bir anda o akıntıya giriveriyor, olur mu böyle" şeklinde okumak mümkün, ama benim gözümde gayet 17-18 yaşındaki iki gencin kendi dünyalarında yaşamalarını anlatıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder