-Bir film bu kadar mı güzel olur?-
Filme gitmeden o kadar çok güzel şey duydum ki filmle ilgili, açıkçası giderken "beklentilerim çok yüksek artık bu beklentiyi hiçbir film tatmin edemez, yine sevemeyeceğim ve güzel olan bu filme yazık olacak" gibi garip bir mantığım vardı.
Bu mantığı sıklıkla yapıyorum, Braveheart'ın kötü bir film olduğunu söyleyemem ama o zamanki fırtınasını hatırlayanlara bu sözüm: yok yahu o kadar da abartıldığı gibi değil demiştim, hala da diyorum.
İşte bu filmin de böyle olacağından adım -bıçkın- kadar emindim, neyse ki nick denilen birşey var, gerçek değil, emin olup yanılsan arkasına sığınabiliyorsun. Bu kadar lafı dolandırdıktan sonra itiraf ediyorum, bu filmi en 10 kere daha izlemek, geri sarıp bazı sahnelerini tekrar tekrar görüp her bir mimiğini ezberlemek istiyorum. Böyle bir filmin Türk filmi olmasından inanılmaz gurur duyuyorum.
Epeydir yazmayınca insan köreliyor, filmi neden sevdiğini anlatamaz hale geliyor. Denemekten ne çıkar...
Filmin küt diye konuya girmesi mesela. Böyle bir anda ama çok da bariz bir şekilde. Sonra oğlanın kısa süreli terk edilişi, daha filmin 10.dakikasındayken oluyor mesela. Biz bunu unutmuşken oğlan bunu ne de güzel "dillendiriyor".
Özveriler, yanlış anlamalar, mutluluklar ve olmaz diyen herkese inat hayatla ve kendileriyle mücadeleleri mesela...
Hani oğlanın "biz zaten devamlı mücadele halindeyiz" lafı var ya, birbirleriyle değil de kendileriyle olan mücadele.. Zaten birbirleriyle hiç mücadele etmiyorlar neredeyse. Kendilerine kızıyorlar, kendilerinden utanıyorlar, kendilerini yok sayıyorlar ve kendilerini herşeye rağmen o tatlı duygunun akışına bırakıyorlar. Öylesine güzel bırakıyorlar ki kendilerini, hiçbir art niyet olmaksızın, komşularının dahi hayatlarını değiştirecek kadar, saygı duymamak ve hatta özenmemek elde değil.
Oyunculara sarılmak, onları kucaklamak istiyorum mesela. Bunu söylemek bana düşmez, ama yine de Mert Fırat'ın sağır olduğunu düşündüm bazı yerlerde. Hani duyan bir adamın cidden dudakları takip ettiğini hissettim. Sonra Saadet Işıl Aksoy'un geçmişte gerçekten de sağır birine aşık olduğuna inandım başka bir an.
Mesela filmi izlerken sonunu o kadar tatsız bir şekilde kurgulamıştım ki kız yıllar sonra dilsiz biriyle işaret dili konuşurken bulacak kendini, ve bir anda ağlamaya başlayacak diye anlamsız şeyler tasarlarken hiç beklemediğim ama tam istediğim şekilde sonlandırdılar filmi.
Mesela sonunu Issız Adam'a benzetmedikleri için yönetmenin/yazarların -ki yazarlardan biri yönetmen diğeri Mert Fırat- ellerinden öpmek istiyorum.
Hem toplumsal sorunlar, hem psikolijk yanlar, hem de toplumun bakış açısı, eski sevgililer-kıskançlıklar vs her türlü konuya değinip de rahatsız etmeyecek derecede, konuyu da dağıtmadan dokundurdukları için mutlu oldum mesela. Daha önceki kaç yazıda ona da değineyim buna da değineyim derken filmi rezil etmişler diye çemkiriyordum oysa.
Filmlerden beklentilerim fena halde yükseldi artık. Hani telefon mesajları mevzusunun kocaman bir soruna dönüşeceğini hissettirip de bunu daha gerçek bir şekilde günlük hayat tepkisine indirgedikleri tıpkı bunun gibi filmler istiyorum. Sadece o kapı arkası ağlama sahnesini zilyon kez izleyip evet yahu işte böyle birşey olmalı demek istiyorum. Annenin endişelerini anlamak ama hak vermemek istiyorum. Kız "Benim için mücadeleye girme" dediğinde "sen de benim için yapardın" gibi kısacık bir cümleyle arkasındaki karşılıklı güveni böylesine hissetmek istiyorum. Hani laptop'un alındığını fark ettiği andaki kalışı var ya, ya da kanoyu iterken ki profesyonellikler, böyle detaylara takılıp kalmak ve ne de güzel çevirmişler diyerek mutlu olmak istiyorum. Filmin hemen her sahnesini tekrar, tekrar ve tekrar görmek istiyorum. Böyle duru ve derdini çok güzel-net-sade anlatan filmler istiyorum.
İşte böylesi heyecanlandırdı bu film beni. Belki abartılı, belki de özlem ama işte bu film insanı ruh haline göre ele geçiren bir film.
Ben ki anlamlı anlamsız romantik komedilerde bile ağlayan biriyim, bu filmi gülerek içimde kocamaaaan bir sıcaklıkla izledim. Bir başkası 10.dakikada ağlıyor. İşin tuhafı farklı ruh halleriyle izlediğimiz onca insanla hep aynı lafı ediyor oluşumuz: çok güzel abi, mutlaka seyret, hatta hemen yarın git, hatta belki ben de gelirim tekrar...
Bu film benim "Hayaller, Takıntılar ve Diğerleri" filmim olur gelecekte... Hayalim, takıntım ve diğerleri...
Filme gitmeden o kadar çok güzel şey duydum ki filmle ilgili, açıkçası giderken "beklentilerim çok yüksek artık bu beklentiyi hiçbir film tatmin edemez, yine sevemeyeceğim ve güzel olan bu filme yazık olacak" gibi garip bir mantığım vardı.
Bu mantığı sıklıkla yapıyorum, Braveheart'ın kötü bir film olduğunu söyleyemem ama o zamanki fırtınasını hatırlayanlara bu sözüm: yok yahu o kadar da abartıldığı gibi değil demiştim, hala da diyorum.
İşte bu filmin de böyle olacağından adım -bıçkın- kadar emindim, neyse ki nick denilen birşey var, gerçek değil, emin olup yanılsan arkasına sığınabiliyorsun. Bu kadar lafı dolandırdıktan sonra itiraf ediyorum, bu filmi en 10 kere daha izlemek, geri sarıp bazı sahnelerini tekrar tekrar görüp her bir mimiğini ezberlemek istiyorum. Böyle bir filmin Türk filmi olmasından inanılmaz gurur duyuyorum.
Epeydir yazmayınca insan köreliyor, filmi neden sevdiğini anlatamaz hale geliyor. Denemekten ne çıkar...
Filmin küt diye konuya girmesi mesela. Böyle bir anda ama çok da bariz bir şekilde. Sonra oğlanın kısa süreli terk edilişi, daha filmin 10.dakikasındayken oluyor mesela. Biz bunu unutmuşken oğlan bunu ne de güzel "dillendiriyor".
Özveriler, yanlış anlamalar, mutluluklar ve olmaz diyen herkese inat hayatla ve kendileriyle mücadeleleri mesela...
Hani oğlanın "biz zaten devamlı mücadele halindeyiz" lafı var ya, birbirleriyle değil de kendileriyle olan mücadele.. Zaten birbirleriyle hiç mücadele etmiyorlar neredeyse. Kendilerine kızıyorlar, kendilerinden utanıyorlar, kendilerini yok sayıyorlar ve kendilerini herşeye rağmen o tatlı duygunun akışına bırakıyorlar. Öylesine güzel bırakıyorlar ki kendilerini, hiçbir art niyet olmaksızın, komşularının dahi hayatlarını değiştirecek kadar, saygı duymamak ve hatta özenmemek elde değil.
Oyunculara sarılmak, onları kucaklamak istiyorum mesela. Bunu söylemek bana düşmez, ama yine de Mert Fırat'ın sağır olduğunu düşündüm bazı yerlerde. Hani duyan bir adamın cidden dudakları takip ettiğini hissettim. Sonra Saadet Işıl Aksoy'un geçmişte gerçekten de sağır birine aşık olduğuna inandım başka bir an.
Mesela filmi izlerken sonunu o kadar tatsız bir şekilde kurgulamıştım ki kız yıllar sonra dilsiz biriyle işaret dili konuşurken bulacak kendini, ve bir anda ağlamaya başlayacak diye anlamsız şeyler tasarlarken hiç beklemediğim ama tam istediğim şekilde sonlandırdılar filmi.
Mesela sonunu Issız Adam'a benzetmedikleri için yönetmenin/yazarların -ki yazarlardan biri yönetmen diğeri Mert Fırat- ellerinden öpmek istiyorum.
Hem toplumsal sorunlar, hem psikolijk yanlar, hem de toplumun bakış açısı, eski sevgililer-kıskançlıklar vs her türlü konuya değinip de rahatsız etmeyecek derecede, konuyu da dağıtmadan dokundurdukları için mutlu oldum mesela. Daha önceki kaç yazıda ona da değineyim buna da değineyim derken filmi rezil etmişler diye çemkiriyordum oysa.
Filmlerden beklentilerim fena halde yükseldi artık. Hani telefon mesajları mevzusunun kocaman bir soruna dönüşeceğini hissettirip de bunu daha gerçek bir şekilde günlük hayat tepkisine indirgedikleri tıpkı bunun gibi filmler istiyorum. Sadece o kapı arkası ağlama sahnesini zilyon kez izleyip evet yahu işte böyle birşey olmalı demek istiyorum. Annenin endişelerini anlamak ama hak vermemek istiyorum. Kız "Benim için mücadeleye girme" dediğinde "sen de benim için yapardın" gibi kısacık bir cümleyle arkasındaki karşılıklı güveni böylesine hissetmek istiyorum. Hani laptop'un alındığını fark ettiği andaki kalışı var ya, ya da kanoyu iterken ki profesyonellikler, böyle detaylara takılıp kalmak ve ne de güzel çevirmişler diyerek mutlu olmak istiyorum. Filmin hemen her sahnesini tekrar, tekrar ve tekrar görmek istiyorum. Böyle duru ve derdini çok güzel-net-sade anlatan filmler istiyorum.
İşte böylesi heyecanlandırdı bu film beni. Belki abartılı, belki de özlem ama işte bu film insanı ruh haline göre ele geçiren bir film.
Ben ki anlamlı anlamsız romantik komedilerde bile ağlayan biriyim, bu filmi gülerek içimde kocamaaaan bir sıcaklıkla izledim. Bir başkası 10.dakikada ağlıyor. İşin tuhafı farklı ruh halleriyle izlediğimiz onca insanla hep aynı lafı ediyor oluşumuz: çok güzel abi, mutlaka seyret, hatta hemen yarın git, hatta belki ben de gelirim tekrar...
Bu film benim "Hayaller, Takıntılar ve Diğerleri" filmim olur gelecekte... Hayalim, takıntım ve diğerleri...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder