Bir fragman hüsranı daha yaşadım. Ne kadar eğlenceli bir romantik komedi dedim, kendi evimizin neşesi olan kedimin yaramazlıklarını anımsatan Marley'i mutlaka severim dedim, ama olmadı. Filmin yola çıkışı gayet güzel: yeni evlenen bir çiftin hayatına giren marley'in bütün taşkınlıklarına rağmen vazgeçilmez bir aile bireyi olması. Çiftimiz amerikan statü basamaklarını hızla çıkan, defosuz, sakıncasız bir çift. Kadın daha planlı, daha hırslıyken, erkek daha duygusal, daha geri planda. Erkek kadının planlarında yer alan sonraki aşamayı erteleme niyetiyle bir köpek alır. Köpek pek sevecendir ancak diğer yandan laf dinlemez bir kemirgendir. Köpek büyür. Çift olağan sancılarını yaşarlar: çocuğumuz olacak mı, çocuk için işi bırakmalı mıyım, sevmediğim daha yüksek maaşlı işi kabul etmeli miyim gibi. Sonrasında bir çocuk, daha büyük bir ev, bir çocuk daha, daha da büyük bir ev şeklinde olaylar gelişir. En sonunda köpek ölür ve uzun acıklı sahnelerde birkaç damla gözyaşı dökeriz.
Filmden tek beklentim bir köpeğin bir ailedeki yerini birazcık derinlikli bir şekilde vermeleriydi. Oysa çiftin yaptığı tek şey Marley'i bütün yaramazlıklarına rağmen kabul etmeleri oldu. Marley bu esnada bol bol koştu, bütün eşyaları kemirdi ve tek bir emri bile yerine getirmedi. Tek çarpışma kadının doğum sonrası depresyonu esnasında köpeği kısa süreyle evden kovması oldu. Aralarındaki bağı gösteren sadece iki-üç laftan ibaretti. Bu ilişkiyi aileyi köpekle beraber hoplatıp zıplatmaktan daha yaratıcı bir şekilde gösteremeyeceksen neden bir film yapma zahmetine katlanırsın ki? Köpeğin insanın en iyi dostu olduğunu söylüyorsan bu duygunun nerden geldiğine dair bir şeyler vermelisin öyle değil mi? Neyse ki aradaki boşlukları biz dağarcımızdan doldurduk, o yüzden Marley yaşlandığı zaman içimiz burkuldu.
Sonuç olarak bir tane daha üç çocuklu amerikan ailesi saadeti izlemiş oldum. Karakterlerin olgunlaşması ideal olarak dayatılan ahlakın izinde ilerliyor. İnsanlar sanki hayatları için aldıkları kararlarda kararsızlıklara düşüyormuş, insani hatalar yapıyormuş gibi gösterilmeye çalışılırken sadece ve sadece klişeleri tekrarlıyorlar. Hataları, aldıkları dersler, diğer karakterlerle zıtlaşmaları öyle kitabına uygun, öyle defosuz ki ortaya ne bir aile draması, ne de bir köpek portresi çıkıyor. Oyunculukların ne kadar ruhsuz ne kadar yüzeysel olduğunu söylemek ise körün gözüne parmak sokmak gibi bir şey. Ve ben keşke gürültülü aile komedilerinden biri olsaydı en azından biraz gülerdik diye düşünmeden edemiyorum.
Filmden tek beklentim bir köpeğin bir ailedeki yerini birazcık derinlikli bir şekilde vermeleriydi. Oysa çiftin yaptığı tek şey Marley'i bütün yaramazlıklarına rağmen kabul etmeleri oldu. Marley bu esnada bol bol koştu, bütün eşyaları kemirdi ve tek bir emri bile yerine getirmedi. Tek çarpışma kadının doğum sonrası depresyonu esnasında köpeği kısa süreyle evden kovması oldu. Aralarındaki bağı gösteren sadece iki-üç laftan ibaretti. Bu ilişkiyi aileyi köpekle beraber hoplatıp zıplatmaktan daha yaratıcı bir şekilde gösteremeyeceksen neden bir film yapma zahmetine katlanırsın ki? Köpeğin insanın en iyi dostu olduğunu söylüyorsan bu duygunun nerden geldiğine dair bir şeyler vermelisin öyle değil mi? Neyse ki aradaki boşlukları biz dağarcımızdan doldurduk, o yüzden Marley yaşlandığı zaman içimiz burkuldu.
Sonuç olarak bir tane daha üç çocuklu amerikan ailesi saadeti izlemiş oldum. Karakterlerin olgunlaşması ideal olarak dayatılan ahlakın izinde ilerliyor. İnsanlar sanki hayatları için aldıkları kararlarda kararsızlıklara düşüyormuş, insani hatalar yapıyormuş gibi gösterilmeye çalışılırken sadece ve sadece klişeleri tekrarlıyorlar. Hataları, aldıkları dersler, diğer karakterlerle zıtlaşmaları öyle kitabına uygun, öyle defosuz ki ortaya ne bir aile draması, ne de bir köpek portresi çıkıyor. Oyunculukların ne kadar ruhsuz ne kadar yüzeysel olduğunu söylemek ise körün gözüne parmak sokmak gibi bir şey. Ve ben keşke gürültülü aile komedilerinden biri olsaydı en azından biraz gülerdik diye düşünmeden edemiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder