20 Haziran 2011 Pazartesi

Gençlik Ateşi Üstümüzde Olsun: Daydream Nation

Fırlama ve yer yer edepsizliğe varan 17 yaşındaki bir kızın bir kaç ayını anlatan bir film Daydream Nation. Kız büyük şehirden kasabaya taşınan, tek ebeveyniyle yaşayan, özgürlüğüne düşkün bir tip. İçimizden biri değil ama bir yanıyla çok seviyor bir yanıyla uyuz oluyoruz kendisine...
Kasabanın kendisinden nefret ettiğine ikna olup iyi o zaman ben de dibine vurayım diyerek hocasını ayartıyor. Hoca da dünden razı diyemeyeceğim, ama kız çok kararlı. Bir de partide tanıştığı Thurston diye yaşıtı var kızın. Bu ikisi arasında mutlu mesut hayatını sürdürüyor kızımız. O kadar umursamıyor ki kimseyi, bu onu iki erkeğin gözünde de vazgeçilmez yapıyor. Genç olanı zaten ilk gördüğü anda aşık oluyor ve kız bunu kullanmaktan zerre kadar çekinmiyor. Hoca denklemiyse görünenin ve genelin aksine ilerliyor. Genelde yaşlı adam genç kız hikayelerinde adam yoluna devam eder, kız arkasından yaşlı gözlerle bakakalırken bu filmde ipler her daim kızın elinde. Hemen her daim diyelim hadi...
İki adama da hiç bir duygu beslemiyor oluşu ve her an gidecekmiş gibi durması sanırım hoca gözündeki yerini büyütüyor ve tanrıça gibi bir noktaya koymaya başlıyor o anda. Tam da bu bahsi geçen anda ciddiyetin c'sini istemeyen kızımız dört nala kalbinin gerçek sahibine koşuveriyor.

Filmin karanlık ve komik tavrı cidden Donnie Darko'yu andırıyor. Böyle enteresan bir ilerleyişi var ve bir sonraki sahneyi tahmin etmenize asla izin vermiyor. Bir de esprileri çok ince. Kitap sahnesinin sonunda uyuyakalmışken "bütün bunlar 70 sayfada oluyor" diyor tekdüze bir sesle. Filmin espri noktası hoca karakteri zaten. Her zaman karizmatik olan yaşlı adam/genç kız hikayesini kendine güveni olmayan, hayatının dengesini yitirmiş ve karikatür bir adam ve onu kullanan kızla takas etmişler filmde.
Ama kendi açımdan filmin en çekici yeri sonu. Öylesine beklenmedik bir şekilde bitiyor ki film, hani kolay şaşırmayan film izleyicilerini bile bir ters köşe yapmışlar. Muhtemelen de bu köşeyi çizerken hem yönetmenin, hem senaristin, hem de oyuncuların dudaklarının kenarında inceden bir gülümseme oluşmuştur. Yani bu şekilde gelişen bir konunun sonunu böyle bağlamak cesaret işi... Niceleriyle hadi leyyyyn diye dalga geçmişken bu filmin akışına tam oturduğunu düşünüyorum.

Oğlanın annesiyle olan ilişkisi bambaşka bir de. İnsan sevdiği kızdan bir randevu koparmak için annesini kızın evine yollar mı yahu? Ertesi günkü konuşmayı buraya yazayım da filmin nasıl bir seyirde gittiği daha net anlaşılsın (tercümeyi günlük hayatla bağlayarak):
Kız: Çok zavallısın! Anneni mi yolladın?
Oğlan: Evet biliyorum.
Kız:Tuhafsın gerçekten de!
Oğlan: Öyleyim ne yapabilirim...
Kız: İyi o zaman, başına bela aldın şekerim. Şimdi babam beni seninle çıkmam için zorluyor. Akşam 8'de al beni.
Oğlan: Yaşasındı! O zaman ben seni arayım?
Kız: (çoktaan basmış gitmiş...)

Akşam muhabbeti:
Oğlan: Bence sen benden hoşlanıyorsun. Gerçi bana cidden ne kadar zalim davrandığını düşünürsek kulağa tuhaf geliyor biliyorum ama...
Kız: Çok tuhafsın.
Oğlan: Bu arada geçen seferki benim ilk deneyimimdi. İlişkimiz ilerledikçe daha iyi olacağını düşünüyorum.
Kız: Ne ilişkisi ya?! Bu kasabadaki herkes ne kadar hayalperest! Niye devamlı böyle hayallere kapılıyorsunuz anlamıyorum ki... Burada herkes hayatının ilk yarısını evlilik hayalleriyle, kalan yarısını da pişman olarak geçiriyor. Herkes herkesi aldatır, bunu niye büyütüyorsunuz ki...
Oğlan: Ben seni asla kat'a asla asla asla asla aldatmazdım
Kız: Evet tuhafsın. Neyse benim gitmem lazım...
Oğlan: Yarın okulda konuşsan bari benimle, hı?
Kız: Yarın cumartesi salak
Oğlan: Aaa evet...
Kız: Tamam bak canın isterse arayabilirsin beni anlaştık mı? Hadi ver yanağını bir öpeyim.
(der ve hocanın kollarına koşar, kendinden nefret eder ve çocuğun kollarına koşar)
Kayıp addedilen nesle dair de dokunmadık hiç bir konu bırakmamışlar. Çatırdamış aileler, din, endüstri, paranoya, seri katiller, seks, uyuşturucu... Hatta uyuşturucunun güzel etkileri... Film boyunca uyuşturucu filmin ana karakterlerinden birini oluşturuyor ama son derece masum bir şekilde. Hani bu kadar uyuşturucu içeren filmlerde tüm karakterler dibe vurur ya, bu filmde resmen ters döndürmüşler hikayeyi. Tüm film boyunca en kötü hale düşen uyuşturucuyla ilişkisi en uzak olan tip, evin halini gördüğündeki bakışları bittim ben şeklinde olan tek kişi. Gerisi saldım çayıra modunda devam, bir rock'n roll eksik...
Tatlı bir akışı, tuhaf ve hatta terse dönmüş karakterleri var. Bir dergide Tivilit'le karşılatırıldığını görmüştüm bu filmin. En büyük farkını sır vermemek adına söylememişler herhalde: Tivilit kızı ne kadar zayıf ve korunmaya muhtaçsa, Gündüz düşçüsü kızımızo kadar kendi hayatını yöneten, kimseye ipleri vermeyen ve hatta çevresindeki zayıf kişileri sarıp sarmalayan bir tip. Kendi adıma böyle karakter gördükçe mutlu oluyorum, edepsizliği de yanında bonus olarak hediye ediliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder