Sev-e-mediğim filmler hakkında yazmayı da sevmiyorum ve o yüzden de çok çok nadir yer buluyorlar. Buna rağmen bu filme yazmadan duramayacağım gibi gibi... Romantik filmlerin bağımlısı olabilirim ve hatta duyguları sömüren 100 kadar filmde hönkürerek ağlamışımdır ama bu filme bir el insaf demeden geçemiyorum...
Mehmet Günsür gibi bir über-insanı barındırmasına rağmen bu filmi sevemeyişimin sanırım epeyce bir sebebi var. Bir kere Mehmet Günsür yeteneksiz bir adam değil ki niye sadece konu mankeni gibicesine sırıttırıp durmuşlar? O kadar filmde hem tipini hem ses tonunu hem de yeteneğini bir güzel harmanlarken burada sadece sen aşık aşık bak, iki de sırıt oldu bitti ruh hali hiç olmuş mu yahu? Aşık aşık bak demişken adam daha ziyade şirin şirin bakayım modunda takılmış zaten.
Konuyu zorla ağlama noktalarına getirmeleri gözyaşlarımızı artık cidden bitti sandık haline evriltti. Hatta Issız Adam'da bile hüngür şapır olmuş biri olarak acımadan diyorum: Babam ve Oğlum bile duygularımızı sömürme yoluna bu kadar girmemişti!! Ya da tamam girmişti ama bu daha bir denklemseldi...
Filmin ilk yarısına ne kadar bayıldıysam ikinci yarısında o kadar nefret ettim. Yarattıkları bütün o güzel ruhu kendi elleriyle katletmişler resmen. O kadar tatlı bir aşkın büyüsüne kapılmışken ve hatta kendimizi hayalini kurarken bulduğumuz anda ne gerek vardı hastalıktı kazaydı konuyu saptırmaya? "Al şekerim sen benim canımı kurtardıydın zamanında, ben de seninkini kurtarmış olayım" şeklinde konuyu bağlayıp büyüyü bozmanın anlamı ne? Ayrıca neden mutlu bitmesindi bu aşk hikayesi?
Burak kızın ruhundan anlamayan biri olabilir ama yapmayın etmeyin ya, kimse böyle terkedilmeyi hak etmez. O ne vurdumduymazlıktır, yılların emeğini sildi attı kız 3 dakikada ve bunu da aşkın arkasına sığınarak yaptı.
Selvi Boylum Al Yazmalım'dan ne de güzel aparmışlar o kurtarma sahnesini... Bilsem kurtarır mıydım hali... Ah be Ahmet Mekin sen ne güzel adamdın... Gerçi hakkını vermek gerek, Yiğit Özşener -yine- pek bir iyiydi... Hele ki terkedilme sahnesinde. Acıdım adamın haline resmen be...
Önyargılarımın doruk yaptığı insan olarak Belçim Bilgin iyiydi aslında, gerçi ya gülüyor ya ağlıyordu ama fekat zannımca uyumsuzluğun sebebiydi. Karşında Mehmet Günsür gibi bir adam var ve kız ona güya aşık... Belki de rolün en zor kısmısı burasıydı da ben anlayamadım, -mış gibi yapmak yani. Halbuki çok daha inandırıcı olabilirdi ve belki sonu o kadar da rahatsız etmez, ne acıklıydı beeaaaaaaaaa şeklinde 3 gün ağlardım... Ama -mış gibi olunca rol, bizde ki tepki de aman beeee halinde seyretti ne yazık ki.
Bu arada aile ilişkileri kısımlarına bayıldım. Özellikle çok mutlu ilerleyen Özgür ve ailesi konusunun bir anda seyir değiştirmesi ve o ana kadar Mehmetçiğim Günsürcüğüm'ün her baba konusu açıldığında gözlerinden geçen bulutun bir anda anlama binmesi çok güzeldi. Sanırım filmin yegane sürprizi buydu ve bayağı ters köşeye yatıran cinstendi... Aşk filmlerinde daha çok ters köşeler olsa ne kadar tatlı olurdu aslında...
Müziklere tek lafım yok... Redd'i duymak insanı nasıl da mutlu ediyor...
Filmin ikinci yarısının ilk yarısına ihanet etmesinden büyük ihtimalle, bu filmi bayağı bir sevmedim. Hatta ilk yarısına o kadar tatlı bir şekilde bağlanmışken zorlama hastalık konusunu sokmalarına o kadar sinirlendim ki aradaki bağın bozumu Yumurta ve Bal filmlerine duyduğum ters duyguler gibi oldu. Birini ne kadar seviyorsam diğerini bir daha asla izlemem ruh halindeyim. Hah işte filmin ilk yarısı o kadar sade ve dürüst ilerlerken tesadüfe kasalım, kasmışken sonunu da bağlayamayalım hali çileden çıkaran cinstendi. En klişe şekilde de
bitireyim şimdi: Belki de ilk yarısını ziyadesiyle sevdiğimden bu kadar çemkiriyorumdur...
Olamaz mı? Olabilemez!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder