27 Haziran 2011 Pazartesi

İçinden Müzik Geçen Filmler No.5: Le Grand Bleu

Tam olarak bu kategoriye sığar mı emin değilim ama gözümde içinden müzik geçen bir film. Hatta denizin ritmiyle tam uyumlu müziklerle donanmış bir film, hele bir de odyofil vardiya şefiniz bu filmin müziklerini evde deli hoparlörlerle dinlediğinden ve inanılmaz olduğundan yaklaşık bir saat boyunca bahsediyorsa neden olmasındı?
Filmi gemide izlemenin getirdiği ruh hali bambaşka... Denizden kopamamayı anlamanıza biraz daha yardımcı oluyor açıkçası. Dört tarafı denizlerle çevrili kara parçamız olan gemimizde bazen aynı bu adam gibi dalgalara dalıp gidiyoruz. Kafamız bir anda bambaşka bir yere kayarken deniz hayal dünyamızı genişletmemize her an yardım etmekten geri durmuyor sağolsun. Oysa bu filmin baş karakteri denize baktığında sadece denizi düşlüyor. Onu biz diğer insanlardan ayıran en önemli özelliği de bu belki...
Sevmeyi denize bahşettiğinden herhangi bir kadını kıyaslamaya yanaşmıyor bile, onu seven ve onun da kendisini sevmesini bekleyen kadın metres olmayı daha baştan kabul etmekle yükümlü, aksi halde hiç durmasına gerek yok... Zaten gördüğü anda aşık olan/olunan kadınla ilişkilerinin uzun sürmesinin temelinde de bu kabulleniş yatıyor.
 
Babasını teslim ettiği suya bir daha yaklaşamayacağını düşündüğümüz anda oğlan bizi buz dalışıyla karşılıyor. Yunuslarla dertleşiyor, deniz kızlarıyla anlaşıyor. O kadar naif bir şekilde denize tutkun ki bu hali bir uyuşturucu müptelasını andırıyor. Derinler onu hep sarhoşluğun en tatlı anına getirmiş bir türlü kendine gelmek istemiyormuş gibi... Zaten insandan çok balık denmesinin bir sebebi olmalı.. Kendini denizin altında daha rahat hissettiğini, yukarı çıkmak için bir bahane bulması gerektiğini söylüyor mesela. Denize dalarken gözlük kullanmıyor, sanki arada yabancı bir cisim olmasını istemiyor gibi. En iyi arkadaşı mahallenin kabadayısı onu kurtarırken sonunu hazırladığının da bilincinde sanki, yer yer Jean Reno'nun gözlerinden geçen bulutlarda bunu görüyoruz gibi... Ama her şeye rağmen en mutlu olduğu yere dönmeyi kafasına koyan oğlanin son sahnedeki tercih hali, görseline de müziğine de doyulmaz bir şölen resmen.

 
Filmin '85 yapımı olduğunu düşününce renklerine daha bir bayıldım. Su altında geçen her dakikadan huzur buluyorsunuz resmen. Bu huzuru müziklerle desteklemişler. Sanki yönetmen denizin altının ritmini içinde hissetmiş ve bunu bize de aynen aksettirmiş gibi. İçinden müziğin geçmesi de tam bu bağlamda işte. Sözlerle bizi yormayıp, klostrofobik olabilecek bir filmi huzurlu ne naif bir şekle müziklerle evrilttikleri ve hatta bunu gizliden de değil açıktan yaptıkları için... Müziğin girdiği her an o oğlanın duygularına bizi daha çok yaklaştırabildikleri için. Zaten dilbaz olmayan oğlanın yüzündekileri anlamamızı sağladığı için...  Ve hatta sırf o tersine dünya için...

2 yorum:

  1. Fatih...
    Dalış sevdamın başlangıcına vesile olmuş yegane,şahsımda derin izler bırakmış film...

    YanıtlaSil
  2. cok derin bir film gercekten... insani kendine baglayiveriyor...

    YanıtlaSil