13 Haziran 2011 Pazartesi

Ölümden Önce, The Big C

Diziler çoğu zaman vakit kaybıdır. Güzel, yaratıcı, dinlendirici veya etkileyici olmadıklarını söyleyemem, ancak filmlerle karşılaştırdığım zaman bir şey söyleyebilmek için 1-2 saatin - hatta yeri geldiğinde 5 dakikanın - yeterli olduğunu, aynı şeyi aynı tarzda söylemek için yüzlerce saat harcanmasına gerek olmadığını düşünüyorum. Misal Lost için harcadığım 115x42 dakikayı uyuyarak geçirseydim daha hayırlı olurdu gibi geliyor, hele ki o final bölümüne maruz kaldıktan sonra. Filmleri defalarca izlemek dizi izlemeye tercih ettiğim bir durum hatta. Anlatacağım diziyi söylediklerimden muaf tutacak değilim ancak bu dizinin bana hissettirdiklerini veren bir film keşfedemedim henüz. ("Ikiru" var en yakınında ancak duygusaldan ziyade ahlak konulu epik bir film)

Cathy bir banliyö annesi. Eğlenceli bir kocası, ergen bir oğlu, çevreci bir abisi ve güzel bir evi var. Pek sıradışı bir ortam değil. Sıradışı olan Cathy - tabi biraz da abisi. Melanoma olduğunu öğrenene kadar dümdüz bir hayat sürdürüyor. Kurallı, ölçülü ve konforlu. Herkesin yaşadığı gibi - hiç ölmeyecekmiş ve hayat asla tükenmeyen küçük sıkıntılardan ibaretmiş gibi. Ölümüne sayılı zaman kaldığını farkedince içinde bastırdığı bütün duygular adeta patlıyor. Daha da kötüsü Cathy'nin bu duygularla ne yapacağı konusunda bir fikri yok.  Geçmişinden taşıdığı pişmanlıklar, özellikle oğluyla simgeleşen gelecek hayalleri ve en çok da kendini ifade etme arzusu kadının yakın çevresine sunduğu bir delilik manifestosuna dönüşüyor.

Delilik dediysem Cathy bunun hakkını iyi veriyor. Cathy dizinin başından itibaren ölümüne alaycı bir açıksözlülükle yaklaşıyor. Bu gerçek canını acıtıyor ama o kendine acıyan bir ruh haline bürünmüyor. Ölümü  tabu olmaktan çıkarıp şakasını yapabildiği bir olguya çeviriyor, ama bu onu hafife aldığı anlamına gelmiyor. Ölümün kendi geleceğinde ondan esirgeyecekleri karşısında şimdiye kadar sosyal kurallar adına kendinden esirgedikleri anlamsızlaşıyor. O da bu durum karşısında kendisini sosyal normlardan azat ediyor. Tabi ki isyanı kişisel düzeyde, ama bu özgürleşmesinin değerini azaltmıyor. 

Dizi boyunca özgürleşiyor Cathy. İnsanlarla ilişkilerinde dolaylı yollara girmeden olduğu gibi davranıyor. Tabi bu zaman zaman küçük felaketlere yol açıyor. Mesela kocasını açıklama yapmadan evden atıyor. İlk bakışta pek soylu bir davranış değil ama evlilikleri boyunca bireyselliğini yitirdiğini ve ilişkilerini yeniden tanımlamaya ihtiyacı olduğunu sonraki bölümlerde anlıyoruz. Cathy'nin ilişkilerini mahvetmesi sosyal beceriksizliğini göstermiyor bana kalırsa, daha çok hepimizin hayatı kendimiz gibi yaşama becerisi konusundaki yetersizliğin bir gösterisi. Bu da ana karakteri başarılı yapan en önemli unsur.

Yan karakterler dizinin başında pek vurgulanmıyor ama hepsi de zengin karakterler. Özellikle kardeşi Sean kurgusal yapımlarda son zamanlarda gördüğüm en akıllıca konuşan tip, tabi ki kasabanın delisi rolünde. Kocası Paul fazlasıyla dışadönük, bazen tatlı bazen sinir bozucu. Oğlu ergenliğin sınırlarını zorlasa da, arada sırada büyüyebileceğine dair sinyaller veriyor. Ama herkesten farklı olduğunu kanıtlamaya çalışırken herkesin seni sevmesini istemek yeterince zor. Hele ki çocuk ruhlu babası ondan rol çalarken daha da zor. O yüzden Adam'a çok bulaşmıyorum. Marlene ölüme yaklaşmış yalnız bir kadın olduğu için Cathy herhangi bir role bürünmeden dürüstçe onunla yakınlık kurabiliyor, o açıdan o da orijinal bir karakter.

Kıssadan hisse The Big C, filmlerde bulabileceğiniz arınma hissini büyük oranda veren bir dizi. Bir güldürüp bir ağlattığı için manik depresif yönü de yok değil. Ancak ana karakter benim vicdanımda çöreklenen güçlü bir his yarattı, "her canlı bir gün ölümü tadacaktır" sözünü mit olmaktan çıkardığı için. Bu dizi sadece seyirlik değil, küçük hayatlarımızla ilgili bir şeyler söyleme çabasında.

1 yorum:

  1. izledim sonunda, tum sezonu bir gunde... sanirim bi daha sindirerek ustunden gececegim yakin gelecekte..

    YanıtlaSil