22 Ekim 2010 Cuma

Robin vs Robin

Adından mütevellit konumuz Robin Hood filmleri. Sanıyorum şimdiye dek 4,5 tane Robin Hood filmi izledim. Bunlardan ilki Errol Flynn'in oynadığı 1938 tarihli olanıydı. Çok uzun zaman önce gördüğüm için bunu biraz es geçerek yazacağım sanırım. Gayet güzeldi ve Errol Flynn çok yakışıklıydı. Stilize kostümlü ve sonradan Kevin Costner'ın oynadığına esin kaynağı olmuş gibiydi. Dövüş sahneleri eski filmlerin nostaljisini yansıtır tarzda ve izlediğinize asla pişman olmayacağınız şekilde eli yüzü çokça düzgün bir filmdi. (Bu kadar eli yüzü düzgün diğer film için The Vikings ve Spartaküs tabii ki) (Kanlı Kumlu olmayını).
Sonraki örnek gırgır Robin Hood'du. Bütün Robin Hood'larla dalga geçen müzikli danslı ve Hot Shots tadında esprilerle bezeli saçma ama saçmalığıyla eğlendiren bir filmdi. Robin Hood'un ekibi oldukça salak ve garipti. Öyle aman aman olmamakla beraber film kendini seyrettiriyordu.
Şrek'in içinden de geçiyordu Robin Hood. Buçuk olan film de buydu zaten. Filmde ufak bir rolü vardı Robin'in ve gerizekalı yerine konuluyor, prensesten de bi güzel dayak yiyordu. Kendini beğenmişliğiyle çok tatlı bir dalga geçişleri vardı. Esasında karakter olarak kendini beğenmişliğine her filmde ufak da olsa bir vurgu yapılıyor sanırım. Zenginden alıp fakire verirken kendini hiç gizlememesi her filmde aman sen de biraz kibirlisin galiba tadında bir repliği getiriyordu.
Yazının esas konusu ise son derece popülist yaklaşımımla Kevin Hood vs Russel Hood.
Kevin Hood oldukça eğlenceli, yer yer dramatik ama ana konusunda aşk/gurur/bir miktar komedi barındıran bir filmken Russel Hood adının yanlış konulduğunu düşündüğümüz, komediden bir hayli uzak, savaşı bol, konusu bildiğimiz Robin'lere yaklaşmayan ve herşeyin başka yöne aktığı bir film. Zenginden alıp fakire verme kısmını komple es geçip ne de onurlu bir savaşçı olduğu üzerine uzun mu uzun bir yapım.
Kevin Hood'u yıllardır izlemenin alışkanlığı belki de, o tatlı aşk havasını, ne olursa olsun kaybolmayan optimizmi, aile içi çekişmeler olsa bile orman ahalisini ve Alan Rickman'ın kötü adamını öylesine sevmişim ki Russel Hood'a zaten bir miktar mesafeli ve önyargılı başladım. Az bir miktarda espriyle başlayan film ilerleyen kısımlarında oldukça ciddiye bindi. Sevmiyor değilim yanlış anlaşılmasın ama bu filmin adı bu olmamalıymış. İngiltere sarayıyla olan mücadele yerini Fransa ile olan savaşa bırakmış. Leydi desen evli, yerine geçmeler, başkası olmalar, gizliden gizliye aşklar falan beklenen Robin Hood'u herhangi bir eski dönem savaş filmine evriltmiş. Klasik düşüncedeki benim gibi izleyiciler açısından bu artı olmak yerine itici bir unsur olmuş. Russel Crowe buğday tarlaları yerine toprağı okşamalarla filan yer yer Gladyatör'e selam çakarak oynamış. O de ne yakışıklı bir adam bu arada.
Filmde oklu savaş sahneleri çok başarılı, kötü adam ise alışılmadık derecede sinsi... Nerede o ne idüğü belli canımız ciğerimiz Alan rickman, nerede bu çakma Andy Garcia kılıklı kimin arabası gıcırdıyorsa ona binen tip.

Sözün özü bir Robin Hood filmi olarak düşünmezsek film başarısız değil, hatta iyi bile sayılabilir. Ama Robin Hood izleyeceksem Kevin Hood ya da Errol Hood'u tercih ederim, gidip de 3 saatimi alışılmadık bir öykü sunacağız diye kasan Russel Hood'la harcamam. Hırsızlar prensi eyrine onurlu savaşçı seyredeceksem en azından beni adıyla kandırmayan bir film elbet bulunur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder