Tam da empati kurmanın ne denli zor bir beceri olduğunu düşünmekteyken izledim Wendy ve Lucy'i. Baş karakteriyle özdeşleşmek istemeyeceğiniz, yarattığı gerçekçi ortamın içinde boğulacağınız bir film bu. Wendy iyi para kazanmak umuduyla arabası ve köpeği Lucy'le Atlanta'ya gitmeye niyetli bir genç kadındır. İşsiz, evsiz ve neredeyse kimsesizdir. Ama ne kadar çaresiz olsa da kendisini acındırmaz, Lucy dışında kimseye duygularını göstermeyen bir katılıktadır. Biz seyahatinin Oregon kasabasında geçen kısmına tanıklık ederiz. Kadının başından şanssızlık ve yanlış kararlar sonucu köpeğini kaybetmesine ve az kalan parasını bolca harcamasına neden olan olaylar geçer.
Lucy Wendy için olduğu kadar film için de önemli bir karakter. Onu duygusal olarak ayakta tuttuğu gibi, genç kadınının güvenliğini sağlıyor. Wendy'i ancak köpeğinin varlığı ve kayboloşu üzerinden takip edebiliyoruz. Israrla Lucy'i arayışı, içinde olduğu ayakta kalma mücadelesinin en önemli parçası haline geliyor.
Film boyunca Wendy'i yargılayıcı bir bakış açısından gözleriz. Zira bazı kararlarını alırken akıllıca davranmaz, yardıma ihtiyacı olduğu zaman iletişim kurmaz. Ama diğer tarafta da kendi derdinde olan kasabalılar için Wendy neredeyse görünmezdir. Biz kadının mutsuzluğunu, çıkmazlarını sert bir şekilde kısılmış gözlerinden takip ederken, bir kişi dışında hiç kimse onun durumuyla alakadar olmaz. Görünüşüyle, davranışlarıyla onlar için bir serseriden başkası değildir.
Wendy'e serseri diyorum ama o diğer serseri film karakterlerinden oldukça farklı. Onun durumunu şekillendiren bir seçim, bir arayıştan çok bir zorunluluk. Ekonomik olanaksızlığı benimsediği yaşam tarzından daha fazla öne çıkıyor. Yerleşik bir iş, bir ev peşinde olmamasıyla, köpeğiyle tek başına uzun mesafeleri göze almasıyla göçebelere, hippilere benziyor. Ne kadar tavizsiz, kararlı olsa da umutsuzluğu ve yalnızlığı izleyeni etkiliyor. Bense kendimi onu anlamaktan çok, bir ebeveyn edasıyla eleştirirken buluveriyorum. Genç kadın empati kurulmaktan özenle kaçınılan bir grubun üyesi, bunu kendimde farkediyorum. Film Wendy'in sıkıntılarını hem duygusallığa düşmeden hem de söyleyeceğini sakınmadan olduğu gibi anlatıyor, belki sırf bu yüzden çarpıcı bir film. Yoksa sessiz ve fakir bir kadının yarı ölü bir kasabada kayıp bir köpeği aradığı bomboş bir film olarak izlemek de mümkün.
Lucy Wendy için olduğu kadar film için de önemli bir karakter. Onu duygusal olarak ayakta tuttuğu gibi, genç kadınının güvenliğini sağlıyor. Wendy'i ancak köpeğinin varlığı ve kayboloşu üzerinden takip edebiliyoruz. Israrla Lucy'i arayışı, içinde olduğu ayakta kalma mücadelesinin en önemli parçası haline geliyor.
Film boyunca Wendy'i yargılayıcı bir bakış açısından gözleriz. Zira bazı kararlarını alırken akıllıca davranmaz, yardıma ihtiyacı olduğu zaman iletişim kurmaz. Ama diğer tarafta da kendi derdinde olan kasabalılar için Wendy neredeyse görünmezdir. Biz kadının mutsuzluğunu, çıkmazlarını sert bir şekilde kısılmış gözlerinden takip ederken, bir kişi dışında hiç kimse onun durumuyla alakadar olmaz. Görünüşüyle, davranışlarıyla onlar için bir serseriden başkası değildir.
Wendy'e serseri diyorum ama o diğer serseri film karakterlerinden oldukça farklı. Onun durumunu şekillendiren bir seçim, bir arayıştan çok bir zorunluluk. Ekonomik olanaksızlığı benimsediği yaşam tarzından daha fazla öne çıkıyor. Yerleşik bir iş, bir ev peşinde olmamasıyla, köpeğiyle tek başına uzun mesafeleri göze almasıyla göçebelere, hippilere benziyor. Ne kadar tavizsiz, kararlı olsa da umutsuzluğu ve yalnızlığı izleyeni etkiliyor. Bense kendimi onu anlamaktan çok, bir ebeveyn edasıyla eleştirirken buluveriyorum. Genç kadın empati kurulmaktan özenle kaçınılan bir grubun üyesi, bunu kendimde farkediyorum. Film Wendy'in sıkıntılarını hem duygusallığa düşmeden hem de söyleyeceğini sakınmadan olduğu gibi anlatıyor, belki sırf bu yüzden çarpıcı bir film. Yoksa sessiz ve fakir bir kadının yarı ölü bir kasabada kayıp bir köpeği aradığı bomboş bir film olarak izlemek de mümkün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder