5 Şubat 2009 Perşembe

Wristcutters: A Love Story

Türkçeye Bilek Kesenler diye çevrilen bu filmin konusu gerçekten de bileklerini kesenler, kendilerini asanlar, bir yerlerden atlayanlar, kendilerini vuranlar, boşluğa gerçek anlamda düşenler; kısaca intihar edenler. “Ölümden öte köy var mı?” sorusunu almışlar, başka bir boyuta çekmişler, “İntiharın ötesinde ne var peki?” diye sormuşlar. Sorarken de içine bol mizah duygusu katmışlar, ama komedi filmi değil seyrettiğimiz, içte bir mutluluk yüzde bir gülümseme yaratan cinsten, sıcak sımsıcak…

Film, jeneriğin şarkısına hiç uymayan bir şekilde adamımızın bileğini kesmesiyle başlıyor, aşk acısı yüzünden. Sonrası mekânsız bir zamanda, zamansız bir mekânda geçiyor. Uğruna kendini öldürdüğü kıza duyduğu aşkın yerini başka şeylerin almasıyla bir nevi bu arada kalınan yerde kendi mutluluğunu yakalıyor. Sevmenin tek taraflı nasıl olamayacağını bize gösteriyor.

Filmin ikinci esas kahramanı olan kızımız ise yanlışlıkla orada olduğundan emin, “hiç kimse ilk seferinde yüksek doz uyuşturucuyla intihar etmez, bu işte bir yanlışlık var, ben intihar etmedim, “yetkili” ile görüşmek istiyorum” diyor. Herkes biliyor ki burada hata olmaz, hiç kimse bu arada kalmışlıktan kurtulamaz, ama aksine ikna edemiyorlar ve gerçek manada “yetkili” ile görüşen ilk kişi oluyor. Aslında filmin sürükleyicisi bu kız, filmin bir yol filmi olduğunu kabul edersek, bu kız hem nirengi noktası, hem uğruna yolculuk edilen kişi, hem de varılacak yer.

Filmin başrollerinden birinde çingenemsi Rus, diğerinde ise kara delikli araba var ki filmin temposunun düşmeme sebeplerinin iyi bir yüzdesi bu ikiliye ait.

Filmin sonu çok büyük bir sürpriz değil, ama filmin kendisi sürpriz… Arkadaşlıklar, yolculuklar, aşklar sürpriz, Tom Waits sürpriz, ve dahası filmin her şeye rağmen arada kalmış havasını yol filmine dönüştürebilmesi sürpriz. Ve bu konuyu nasıl böyle işlediklerini anlamanın -hatta anlayamamanın- yarattığı o his sürpriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder