28 Şubat 2009 Cumartesi

Kurgunun Kurgusu No:1, The Purple Rose of Cairo

Kurguyla gerçeğin içiçe geçtiği filmler seyirci için farklı bir deneyim sunar, tabii konu filmler olunca buna kurgunun kurguyla içiçe geçmesi demem daha uygun. Sırf bu konuya olan takıntısı nedeniyle Satoshi Kon'un filmlerini keşfeder keşfetmez yutuvermiştim. Benim ilgimi çeken kurgu dünyasıyla gerçekliğin birbirini etkilemesi, ikisinin arasındaki ayırımın bulanıklaşması. Bu kategorinin içinde çok film yer alır, ama aklıma ilk olarak bu Woody Allen filmi geliyor. Bu film rüya, delüzyon ve paranoyalardan uzakta, sinema sahnesinden gerçekliğe atlayan bir film karakterinin hikayesini sakin ve esprili bir dille anlatıyor.

Film Amerika'da büyük bunalım döneminde geçer. Cecilia garson olarak çalışan, serseri kocasıyla yaşayan saf, umutsuz bir genç kadındır. En çok mutlu olduğu yer sinema salonudur ve bir gün işini kaybettiğinde kendini iyice filmlere kaptırır. O sırada sinemada The Purple Rose of Cairo isminde o dönemin yıldızlı, gösterişli hollywood filmlerinden biri oynamaktadır. Filmin maceraperest, iyi niyetli arkeolog karakteri Tom Baxter Cecilia'nın bu filmi defalarca izlediğini farkeder. Şaşkın bakışlar arasında sahneden aşağı iner ve Cecilia'ya aşık olur. Cecilia rüyalarının adamını bulmuştur ancak Tom Baxter'ın firarı film dünyasında da gerçek dünyada da krize yol açar.

Gerçeklikten uzak abartılı bir film karakterinin hayata adaptasyonu filmin komik yanıyken, Cecilia'nın gerçek hayatı acıklı yanını oluşturuyor. Parasızlığın, sevgisizliğin, çaresizliğin kıskacına girmiş, kaçış için hiçbir fırsat bulamayan Cecilia'nın duygusal kaçışını filmler üzerinden yapması, bu filmlerin de kitleleri uyuşturmak, tüketime yöneltmek için kurulmuş bir endüstriye ait olması oldukça trajik. Purple Rose of Cairo'nun karakterleri zenginliğe doymuş, aşk, entrika ve macerayla dolu bir hayat yaşıyorlar. Şehirlerde, kasabalarda hayatlarından bunalmış insanlar ise güçlü erkekler, güzel kadınlarla özdeşleşerek tatmin duygusunu yaşıyorlar. Hollywood ise sadece seyirciye istediğini vermiş oluyor!

Sinema bundan ibaret değil elbet, her şeyden önce çok zengin bir dil. Bu filmde Woody Allen erken dönem Hollywood sinemasından çok daha dürüst ve eleştirel olarak, trajik bir durumu gerçek dünyaya meraklı bir kurgusal karakter aracılığıyla bir kara komediye dönüştürüyor. Olağandışı olaylar göze sokulmadan, gayet doğal bir şekilde ilerliyor, böylece kurgu ve gerçek arasında dikişsiz, yamasız bir bağ kuruluyor. Filmde gerçeküstü olan her şey gerçek hayatı bir yandan farklı bir bakış açısıyla güzelleştirirken, bir yandan acımasızlığını olduğu gibi gözler önüne koyuyor.

Artık replikler konuşsun.

Tom Baxter: [seçim yapması için Cecilia'ya] Seni seviyorum. Dürüst, güvenilir, cesur ve romantiğim. Ayrıca çok iyi öpüşürüm.
Gil Shepherd: Ve ben gerçeğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder